Yabancı mahkemeler tarafından verilen kararların tenfizi ve tanınması hususu, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 50 ve 59. maddeleri arasında yer alan hükümlerle düzenlenmiştir. Bu kapsamda; MÖHUK’un 50. maddesine göre; “(1) Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye’de icra olunabilmesi yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır. (2) Yabancı mahkemelerin ceza ilâmlarında yer alan kişisel haklarla ilgili hükümler hakkında da tenfiz kararı istenebilir.”
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 54. maddesi, yabancı mahkeme kararlarının Türkiye’de tenfiz edilebilmesi için gerekli olan koşulları ayrıntılı şekilde ortaya koymuştur. Kanunun 50. ve 54. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, 50. maddede yer alan düzenlemelerin tenfize konu kararın incelenmeye konu olup olmadığını belirleyen ön koşulları, 54. maddede belirtilen unsurların ise tenfiz kararı verilebilmesi için aranan esas koşulları oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda, 50. madde anlamında uygun nitelikte bir yabancı karar bulunduğu takdirde, mahkeme 54. maddede sayılan şartlara göre esas inceleme yaparak tenfiz talebini karara bağlayacaktır. Ayrıca bu noktada önemle belirtmek gerekir ki, tanıma ve tenfiz dosyasında hâkim, yabancı mahkeme kararının esasına girerek içeriğini değerlendiremez; yalnızca tenfiz için gerekli yasal koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğini denetlemekle yükümlüdür. ( Révision au fond (revizyon yasağı) )
Tenfizin Ön Şartları
- Yabancı mahkeme tarafından verilen bir kararın mevcut olması: Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 50. maddesi, yalnızca yabancı mahkemelerce verilmiş ve ilam niteliği taşıyan kararların tenfizine imkân tanımaktadır. Bu bağlamda, ilam vasfı taşımayan karar ve belgelerin – örneğin, usul işlemi niteliğindeki ara kararlar, geçici nitelikteki tedbir kararları veya mahkeme dışı düzenlenmiş yabancı senet ve belgelerin– tenfize konu edilmesi hukuken mümkün değildir. Zira bu tür kararlar, kesin hüküm teşkil etmediklerinden ve yargılamayı sona erdirici nitelikte olmadıklarından, tenfiz kabiliyeti bakımından MÖHUK’un öngördüğü koşulları karşılamamaktadır.
- Kararın hukuk davalarına ilişkin bir karar olması : Öğretide genel kabul gören görüşe göre, yabancı mahkeme kararında yer alan hükümlerin özel hukuk alanına girip girmediği değerlendirilirken, esas alınması gereken kriter hâkimin hukuku, yani ‘lex fori’dir. Başka bir ifadeyle, kararın özel hukuka ilişkin olup olmadığı hususu, Türk mahkemeleri tarafından Türk hukukuna göre vasıflandırılarak belirlenir.
- Kararın verildiği ülke kanunlarına göre kesinleşmiş olması: Yabancı bir mahkeme kararının verildiği ülke hukukuna göre henüz kesinleşmemiş olması, o kararın Türk hukukunda tenfize elverişli olmasını engeller. Kararın kesinleşip kesinleşmediği ise lex causae kapsamında, yani kararın verildiği ülkenin iç hukuk kurallarına göre tespit edilir. Bu bağlamda, icra edilebilirlik tek başına yeterli olmayıp, tenfiz için kararın kesin hüküm niteliği taşıması aranır.
Tenfizin Esas Şartları
- Kararın verildiği ülke ile Türkiye arasında mütekabiliyet bulunması: Yabancı mahkeme kararlarının Türk hukukunda tenfiz edilebilmesi, öncelikle ‘karşılıklılık’ (mütekabiliyet) ilkesinin sağlanmasına bağlıdır. Bu çerçevede, kararın verildiği devlet ile Türkiye arasında, ya mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizine ilişkin bir uluslararası anlaşmanın mevcut olması (akdi karşılıklılık), ya da ilgili yabancı devlet hukukunda Türk mahkeme kararlarının tenfizine olanak tanıyan bir yasal düzenlemenin bulunması (hukukî karşılıklılık) veya yerleşik bir mahkeme içtihadı yahut idari uygulama çerçevesinde fiilen tenfize izin veriliyor olması (fiilî karşılıklılık) gereklidir.
- Kararın, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine giren bir konuda verilmiş olmaması: Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine tabi konularda yabancı mahkeme kararlarının tenfizine olanak bulunmamaktadır. Münhasır yetki söz konusu olduğunda, hâkim bu durumu re’sen göz önünde bulundurmak zorundadır. Bu bağlamda münhasır yetki kuralları, devletin kendi sınırları içindeki mutlak egemenlik ve yetkisini temsil eden, kamu düzenini temel alan düzenlemelerdir. Bu kuralların amacı, belirli dava konularının yalnızca Türk mahkemeleri tarafından görülmesini sağlamaktır. Türk hukukunda kesin yetki kuralları arasında yer alan münhasır yetki kurallarına örnek olarak, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 12. maddesinde düzenlenen taşınmazın aynına ilişkin yetki gösterilebilir. Bu hüküm gereğince, Türkiye sınırları içerisindeki taşınmazlarla ilgili yabancı mahkemelerce verilen kararların tenfizi mümkün değildir.
- Yabancı mahkemeden verilen karar aşkın yetki oluşturmaması: Davalının itirazı şartıyla, ilamın dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisinin bulunmadığı hallerde, kendisine yetki tanıyan yabancı mahkemenin kararının geçersiz sayılması gerekir. Bu durum, yabancı mahkemenin aşkın yetki (ultra petita) kullanımı olarak değerlendirilir. Aşkın yetki durumunda—yani yabancı mahkemenin, dava konusu veya taraflarla bağlantısı olmamasına rağmen kendisini yetkili görerek hüküm vermesi halinde—davalı itiraz etmediği sürece, Türk mahkemesi bu durumu re’sen değerlendirmeye almayacaktır.
- Kararın, Türk kamu düzenine aykırı olmaması: Kamu düzeni kavramı, MÖHUK’un 5. maddesinde yabancı hukukun uygulanmasını engelleyen bir ilke olarak düzenlenmiş olup, aynı şekilde 54/c maddesi ile yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizinin önünde de engel teşkil etmektedir. Kamu düzeni kavramı, zaman ve mekâna göre değişiklik gösterebilen; içeriği ve kapsamı kesin çizgilerle belirlenemeyen dinamik bir olgudur. Kamu düzeni, bir toplumun siyasi, sosyal, ekonomik ve hukuki temel yapısını ve bu yapı kapsamında korunan temel menfaatleri ilgilendiren kurallar bütünü olarak anlaşılır. Devletlerin vazgeçemediği temel ilkeler kamu düzeninin ayrılmaz parçalarıdır ve genel olarak emredici normlara, ahlaki değerlere, temel hak ve özgürlüklere aykırılık hallerinde kamu düzeninin müdahalesini gerektirir. Bu bağlamda, Türk hukukunun temel ilkeleri, Türk toplumunun adaptasyon ve ahlak anlayışı ile Anayasa’da güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin ihlali kamu düzenine aykırılık oluşturur.
- Kararın, davalının savunma haklarına riayet edilerek verilmiş olması: Bahsi geçen tenfiz şartını kısaca “savunma haklarına riayet edilmesi” veya “savunma haklarının ihlal edilmemesi” olarak özetlemek de mümkündür. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası gereği; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” Maddenin lafzından da anlaşılacağı üzere, Türk hukukunda iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı anayasal düzeyde güvence altına alınmıştır. Ayrıca, Milletlerarası hukukta önemli bir yere sahip olan ve Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinde adil yargılanma hakkı açık ve detaylı bir şekilde düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasının ilk cümlesinde, “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir” ifadesine yer verilmiştir. Öğretide, AİHS m. 6 uyarınca adil yargılanma hakkının temel unsurları; kanuni, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma; makul süre içinde yargılanma; aleni yargılanma ve hakkaniyete uygun yargılanma şeklinde sıralanmaktadır. Bununla birlikte, anılan maddeden anlaşılacağı üzere, adil yargılanma hakkı yalnızca ceza yargılamasında değil, aynı zamanda hukuk yargılamasında da tarafların eşit şekilde sahip olduğu temel insan haklarından biridir. Ayriyeten, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27. maddesinde medeni usul yargılamasının temel ilkelerinden biri olarak kabul edilen hukuki dinlenilme hakkı da, adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biridir. Tanrıver’e göre, hukuki dinlenilme hakkı; “yargılama başladıktan sonra, yargılamaya katılan tarafların dinlenilmesini, yargılamada eşit işlem görmelerini ve iddia ile savunma hakkının tanınmasını hedefler.” Pekcanıtez ise bu hakkı, “Medeni usul hukukunun amacı olan hakikatin, yani maddi gerçeğin tespiti için uyuşmazlık konusu vakıaların tam anlamıyla aydınlatılabilmesi, taraflara hukuki dinlenilme hakkının sağlanmasıyla mümkün olur” şeklinde açıklamaktadır. Bu bağlamda, hukuki dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla yakından ilişkilendirilmekte ve medeni usul yargılamasında temel bir usul hakkı olarak değerlendirilmektedir.